Ana Sayfa
4.Sayı Dergi Hakkında
4.Sayı İçindekiler
1.ve 2.Sayıdaki Yazarlar
İlanlar & Duyurular
Tanıtımlar & Konferanslar
MP3 formatında
 
Sitede Yazılarınızın Yayınlanmasini İstiyor musunuz?
Basında Türk İslam Birliği
 

HARUN YAHYA (ADNAN OKTAR)'IN ESERLERİ
TÜM DÜNYADA OKUNUYOR

1956 yılında Ankara'da doğan Adnan Oktar, eserleri tüm dünyada okunan, ülkemizin önemli fikir adamlarından biridir. Milli ve manevi değerlerine son derece bağlı olan ve inandığı mukaddes değerleri diğer insanlara anlatmayı insani bir görev olarak kabul eden Adnan Oktar, fikri mücadelesine 1979 yılında, Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'ndeki eğitimi sırasında başlamıştır. Üniversite dönemi boyunca, çevresine hakim olan materyalist felsefe ve ideolojilerin çarpıklıkları hakkında, onları savunanlardan daha fazla bilgi ve yorum sahibi olacak kadar detaylı araştırmalar yapmıştır. Bu bilgi birikiminin sonucunda ise, milli ve manevi değerlerimizi tehdit eden, bölücü ideolojilerin temellerini oluşturan Darwinizm ve evrim teorisinin ülkemize ve dünyaya getirdiği zararlar ve bu teorinin modern bilim karşısındaki yenilgisi ile ilgili eserler hazırlamıştır. Yazar ayrıca dünya tarihi ve siyaseti üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle Siyonizm ve Masonluk hakkında da kitaplar yazmıştır. Bu eserlerin yanı sıra Kuran ahlakını ve imani konuları anlatan eserleriyle birlikte yazar, 250 yi aşkın kitabın sahibidir. Adnan Oktar, eserlerinin büyük bir bölümünü Harun Yahya müstear ismiyle yayınlamıştır. Bu müstear ismi, "inkarcı düşünceye karşı mücadele eden iki Peygamberin hatıralarına hürmeten isimlerini yad etmek için" Harun ve Yahya isimlerinden oluşturulmuştur...

Adnan Oktar'ın eserleri 41 yabancı dile çevrilmiştir. Yazarın eserlerinden faydalanılarak bugüne kadar 160 belgesel film yapılmıştır. Bu belgesel filmler de, kitaplar gibi birçok yabancı dile çevrilmiş olup 20 ülkedeki 100 ayrı TV kanalında gösterilmektedir. Hazırlanan sohbet programları ve sesli anlatımlar 20 ayrı ülkede pek çok radyo kanalında yayınlanmaktadır. 40 ayrı dilde 200'den fazla internet sitesi bulunmakta olup bu siteleri her ay 140 ayrı ülkeden 3 milyonun üstünde kişi ziyaret etmektedir. Sitelerden ayda yaklaşık 275 bin belgesel film, 125 bin kitap, 37 bin sesli anlatım ziyaretçiler tarafından herhangi bir ücret ödemeden bilgisayarlarına indirilmektedir. Harun Yahya'nın eserleri kaynak alınarak hazırlanan dergiler bugüne kadar 6 milyonluk tiraja ulaşmıştır. Dünyanın en tanınmış üniversiteleri de dahil olmak üzere Avustralya'dan Kanada'ya, İngiltere'den Malezya'ya kadar yurt dışında ve Türkiye'de 1500'ün üzerinde konferans düzenlenmiş ve bu konferanslara 1 milyonun üzerinde katılım olmuştur. Harun Yahya'nın 5.000'den fazla makalesi bugüne kadar dünyanın pek çok farklı ülkesinde dergi, gazete veya internet sitelerinde yayınlanmıştır.

Bugün dünyada yaşananları düşündüğümüzde, yeryüzünde son derece kapsamlı ve etkin olayların aynı zaman diliminde meydana geldiğini rahatça görebiliriz. Özellikle, yeryüzünde geniş bir alanı tehdit eden terörist eylemler, bölgesel çatışmalar, doğal afetler, fakirlik, ahlaki dejenerasyon, globalleşme ve teknolojinin olağanüstü gelişimi gibi konular dünyanın gündemini büyük bir hızla değiştiriyor. Bu gelişmelere kayıtsız kalarak, kendi sınırları içinde kapalı bir hayat yaşamak artık hiçbir toplum için mümkün görünmüyor.

Bu çağda toplumlar bir yandan globalleşen dünyaya uyum sağlamak için uğraşırken bir yandan da öz kimliklerini korumaya çalışıyorlar. Fakat aklı selim insanların ortak arzusu oluşan yeni dünya düzeninin sevgi, barış, adalet ve dayanışma gibi insancıl değerler üzerinde yükselmesidir.

Ülkemiz, bu yeni sistemin şekillenmesinde, çok kilit bir coğrafi konuma sahip olduğu için ve Osmanlı İmparatorluğu'nun tek mirasçısı olması itibariyle çok önemli belirleyici bir faktördür. Bu nedenle, Ülkemiz'in ve dolayısıyla dünyanın geleceğine yönelik gelişmeleri doğru değerlendirmemiz ve bu yönde birlik, beraberlik içinde adımlar atmamız gerekmektedir.

Bu düşüncelerle, yaşanan gelişmeleri değerlendirmesi ve ileriye yönelik düşüncelerini öğrenmek gayesiyle Sayın Adnan Oktar'a bazı sorular yönelttik:

-Siz dünyanın içinde bulunduğu bu zorlu dönemi nasıl yorumluyorsunuz?

Öncelikle şunu ifade etmek istiyorum, içinde bulunduğumuz dönem Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'in bin dörtyüz yıl evvel müjdelediği kutlu bir zamandır. Resulullah (sav)'ın "Ahir Zaman" olarak nitelendirdiği bu dönemde yaşanacakları, yaşadığı zamanda bildirmiştir. O dönemde bildirdiği alametler bugün, yine Hz. Peygamber Efendimiz (sav)'in ifadesiyle "tesbih tanesine dizilen boncuklar" gibi peşpeşe meydana gelmektedir. Bu konuyla ilgili olarak, kaleme almış olduğum 'Kıyamet Alametleri' isimli kitapta yüzlerce alamet, bilimsel delillerle, ve Ehli Sünnet kaynaklarına dayanılarak açıklanmıştır.

Elbette ki, böyle bir dönemde meydana gelen hadiseler son derece önemli ve büyük olaylardır; dolayısıyla dünyanın çehresini değiştirecek niteliktedir. Burada bize düşen bu olayları iyi tahlil etmek ve İslam ahlakına en uygun tavırları sergileyerek ümitvar olmaktır. Zira, böyle zor bir dönemin ardından Hz. Peygamberimiz (sav) sevginin, dostluğun, adaletin ve dayanışmanın yaşandığı barışın, huzurun ve refahın hakim olduğu bir dönemin yaşanacağını müjdelemektedir. "Altınçağ" olarak ifade edilen bu dönemde çatışmalar son bulacak ve insanlar Allah (cc)'ın kendileri için seçip beğendiği ahlak ile ahlaklanacaklardır.

Böyle bakıldığında yaşadığımız bu dönemin daha iyi anlaşılacağını ve yapılması gerekenlerin de daha belirgin hale geleceğini düşünüyorum. Allah (cc)'ın yarattığı her olay, kaderde var olduğundan, mutlaka hikmetli olur. Bu hikmetleri görmeye çalışmak, kötülükleri iyiliğe, fakirliği zenginliğe, nefreti sevgiye, düşmanlıkları dayanışmaya çevirmek bizim üstümüze düşen vazifedir. Buna niyet edilerek çalışıldığında yeryüzü bambaşka bir hale gelecektir. Bu, Cenab-ı Allah'ın  ve Peygamber Efendimiz (sav)'in bizlere bir vaadidir.

-Sizce yeryüzünde yaşanan çatışmaların kökeninde ne var ve son bulması için ne yapmak gerekir?

Yaşadığımız dönemde terör olaylarının, bölgesel çatışmaların, savaşların artması, her gün yüzlerce insanın ölmesi vicdanları rahatsız etmektedir. Elbette ki, bu acıların bir an önce sona ermesi için kalıcı ve kesin bir çözüm getirmeye yönelik samimi gayret sarfedilmelidir. Bunun için de, yaşanan çatışmaların ve kargaşanın kökeninin iyi tahlil edilmesi ve buna göre bir çözüm getirilmesi gerekir.

Eserlerimin büyük bir kısmında açıkça belirttiğim gibi, çatışmanın kökeninde Allah'ın varlığını inkar eden materyalist dünya görüşü ve buna bağlı olarak da hızla artan sevgisizlik ve merhametsizlik vardır. Bu sapkın görüş, inançsızlığın getirdiği acımasızlığı ve sorumsuzluğu sözde doğal ve meşru olarak gösterir. Allah (cc)'tan korkulmadığında ve O'nun Yüce Zatı'na sevgi duyulmadığında, bu sapkın ideolojileri yaygınlaştırmak, çıkar elde etmek ve üstünlük arzularını tatmin etmek için her türlü çatışma adeta meşru görülür ve öyle gösterilmeye çalışılır.

Yeryüzünde yaşanan çatışmayı meşru gösterme çabalarının bir ürünü olarak da, 19. yüzyılda evrim teorisini ileri sürmüşlerdir. Hayatın başlangıcını açıklama iddiasıyla ortaya atılan bu çarpık teori, hayatı bir çatışma alanı olarak tanımlar. Böylelikle insanlar, toplumlar ya da devletler arasındaki çatışmaların doğal ve meşru olduğu, hatta gerekli olduğu yalanı sözde bilimsel bir kılıfla ileri sürülür. Halbuki çatışmanın insanlığa ne büyük belalar getirdiği yakın tarihte açıkça görülmüştür..

Bugün, medeniyetler çatışması iddialarında bulunanlar yeni bir çatışmanın kaçınılmazlığı fikrini insanlığın gündemine getirerek, Allah Teala esirgesin, büyük felaketlere zemin hazırlamaktadırlar. Medeniyetler çatışması kavramı da, diğer çatışma senaryoları gibi yine belli çevrelerce ortaya atılan suni bir kavramdır. Medeniyetler birbirleriyle çatışmazlar, aksine medeniyetler birbirlerinden etkilenerek daha ileri medeniyetlere ulaşırlar. Nitekim, bugünkü modern Batı Medeniyetinin gelişmesinde İslam Medeniyetinin büyük katkısı olmuştur. Ayrıca, farklı medeniyetlerden insanlar da rahatça sevgi, şefkat ve dostluk içinde birarada yaşayabilirler. Bunun en güzel örneği de, mirasçısı olduğumuz Osmanlı İmparatorluğu zamanında yaşanmıştır.

Dolayısıyla, kalıcı olarak yeryüzüne barış, huzur ve refahın gelmesi için materyalist-Darwinist dünya görüşünün fikri olarak çürütülmesi ve İslam ahlakının getirdiği ışığın dünyayı tekrar aydınlatması gerekmektedir.

Bu nedenle, günümüzde materyalist düşüncenin dayanak bulduğu evrim teorisinin bilimsel olarak çöküşü birçok eserimde yer almaktadır. Öyle ki, sadece tek bir eserime ulaşabilen insanların bile bu konuyu çok iyi anlamaları için, her kitabımın arkasında evrim teorisinin çöküşü ile ilgili özet bir bölüm bulunmaktadır. Bununla birlikte, sevgi, şefkat, adalet, fedakarlık, hoşgörü gibi faziletleri içinde barındıran İslam ahlakının yaşanmasıyla ilgili konulara eserlerimde genişçe yer veriyorum. Şunu özellikle belirtmeliyim ki, yeryüzünde materyalizmin ve Darwinizmin meydana getirdiği sosyal tahribat, ancak İslam ahlakının güzelliklerinin yaşanması ile düzelebilir.

Günümüzde gelişen teknolojinin, bilhassa internetin toplumların kültürlerini doğrudan etkilediği açıkça görülmektedir. Önemli olan bu etkinin hangi yönde olacağını iyi tayin etmektir.  Eğer, biz kendi kültürümüze ve ahlaki değerlerimize sahip çıkmazsak, onların yerini bir takım sapkın görüşlere bırakmış oluruz. Bunun için, bilimi, teknolojiyi en iyi şekilde değerlendirerek milli ve manevi değerlerimizi yeni yetişen nesillere en güzel şekilde sunmalıyız. Böyle yaparsak Rabbimiz'in izni ile insan aklına ve fıtratına tamamen ters olan sapkın düşüncelerin toplumda yer bulması olanaksızlaşır. Bu batıl düşünceler, sadece ibretlik birer belge olarak tarih sayfalarında asılı kalırlar. Bu son derece öncelikli bir konudur . Yaşadığımız bilgi ve kültür çağı da bunu gerektirir.

Fahri Başkanı bulunduğum Bilim Araştırma Vakfı (1990) ve Milli Değerleri Koruma Vakfı (1995) bu amaçlar doğrultusunda uzun yıllardır hizmet etmektedirler. Ülkemiz'in hemen hemen her köşesinde ve dünyanın birçok ülkesinde 2000'e yakın konferans düzenlenmiştir. Bu konferanslarda evrim teorisinin bilimsel çöküşü anlatılırken, aynı zaman da milli ve manevi değerlerimize sahip çıkmamız gerektiği vurgulanmaktadır.

-Evrim teorisinin bilimsel olarak çürütülmüş bir teori olmasına karşın, bu kadar sık gündeme getirilmesini nasıl karşılıyorsunuz?

Şunu bilmek gerekir ki, evrim teorisi bilimsellik adına ortaya atılmış bir teori değildir. Materyalist ve ateist düşünceyi desteklemek, yeryüzündeki çatışmayı sözde meşru kılmak maksadıyla ileri sürülmüştür. 150 yıl önce, tamamen ilkel şartlarda ve felsefi kaygılarla ortaya atılmıştır. Örneğin Darwin zamanındaki bilim teknolojisi düzeyinin geriliğinden, bir canlı hücresi mikroskoptan bakılınca bir su damlası gibi görülüyordu. Dolayısıyla basit bir yapısı olduğu zannediliyor ve tesadüfen ortaya çıkabileceği iddia ediliyordu.

Oysa bilimin ve teknolojinin ilerlediği günümüzde, elektron mikroskobunun bulunuşundan sonra bir hücrenin, içinde enerji santralleri, güvenlik sistemleri, belli bir amaca yönelik hareket eden çalışanları olan bir şehir kadar kompleks ve mükemmel bir yapısı olduğu anlaşıldı. Genetik bilimi ile insanın ve canlıların mükemmelliği keşfedildi. Dolayısıyla günümüzde evrim teorisinin geçersizliği bilimsel olarak ortaya çıkmış oldu.

Ancak, evrim teorisi, insanların kafasında şüphe meydana getirmek, açıkça delillerini izlediğimiz yaratılış gerçeğini gizlemek maksadıyla çeşitli yollarla hala gündeme getirilmektedir. Kimi zaman seyrettiğimiz bir filmin bir sahnesinde, kimi zaman okuduğumuz bir kitabın bir sayfasında gizli ve açık mesajlar verilmektedir. Bu mesajlar çoğu zaman evrim teorisinin teknik iddialarını içermez. Evrim teorisinin beraberinde getirdiği materyalist dünya görüşünü insanların zihinlerine yerleştirmeyi hedefler.

Örneğin, evrimci düşünce insanları sözde çatışan bir hayvan türü olarak algılar, bunun günlük hayata da uygulanmasını kendince doğal ve meşru sayar. Güçlü olanların hayatta kaldığı, zayıfların yok olduğu bir dünya makul bir hayatmış gibi insanların bilinçaltına telkin edilir. İnsanların hedeflerine ulaşmalarında, şiddet sanki doğal bir yolmuş gibi gösterilir. Nereye bakarsanız şiddet sahneleri görürsünüz, şiddeti uygulayanlar kahramanmış gibi anlatılır. Bu görüntüler o kadar yaygındır ki, gerçek ile kurgu arasındaki fark anlaşılamaz hale getirilir. Herkes birbirini aldatır, yalan söyler. Fedakarlık, sadakat gibi üstün ahlaki değerler, bu düşüncenin yanılgılarına göre zayıflık belirtisi olarak anlatılır. Kişisel hırslar ve meydan okumalar ise güç ve cesaret gösterisi gibi yansıtılır. Sonuçta, insanlar olabildiğince aşağılık varlıklar olarak gösterilmeye çalışılır.. İnsanın doğal karakterinin bu olduğuna ve böyle yaşamanın meşru olduğuna toplum inandırılmak istenir. İşte, evrim teorisinin sapkın iddialarının günlük hayata bu şekilde uygulanması, toplumlarda Sosyal Darwinist mantığın yerleşmesine, dolayısıyla da yeryüzünde büyük bir kargaşanın meydana gelmesine sebep olur.

Elbette ki, bu sapkın düşüncenin yayılmasını arzu eden, meydana gelen kargaşadan faydalanan ve bunu kendi çıkarları için gerekli gören karanlık odaklar vardır. Bu sebeple, bilimsel olarak çürütülmesine ve akla aykırı olmasına karşın, evrimci düşünce farklı yollarla sürekli gündeme getirilir.

-Ahlaki çöküntü de bu sapkın ideolojinin neticelerinden biri midir?

İnançsızlık ya da inanç zafiyeti, doğal olarak ahlaki çöküntüyü ve dejenerasyonu meydana getirir. Bu da o toplumun temel dinamiklerinin bozulmaya uğramasına ve yok olmasına neden olur. Bu sebeple, elbette ki, bir toplumu parçalamaya ya da yok etmeye çalışan karanlık güçler böyle bir yola gidebilirler. Bunun için o topluma evrimin var olduğu aldatmacasını defalarca, farklı yollarla söylerler. Bunu açık veya gizli olarak ittifak halinde yaparlar. Özellikle bazı televizyon kanalları ve gazeteler telkin görevi görmektedirler.

Bununla birlikte, bilinçli olarak olmasa da insanların büyük bölümü bilmeden, düşünmeden bu yıkıcı telkinleri diğerlerine ulaştırır. Böylelikle fark edilmeden  insanların hayatında büyük yıkımlara neden olacak ve toplumda ahlaki çöküntü meydana getirecek davranışlar yaygınlaştırılır.

Bu tuzağa düşmemek için, geniş bir kültürel faaliyet yürütülerek insanların inançları güçlendirilmelidir. Bilimsel bulguların yaratılış gerçeğini gösterdiği son teknolojik imkanlar kullanılarak insanlara ulaştırılmalıdır. Allah (cc)'ın yaratılış sanatını gören insanlar elbette ki, kendilerini Cenab-ı Hakk'a karşı sorumlu hissedecekler ve O'nun kendileri için seçip beğendiği güzel ahlakı yaşayacaklardır.

Böyle insanların oluşturduğu toplumlar da Allah (cc)'ın izniyle birlik ve beraberlik içinde, güçlü, modern, hoşgörülü olacaktır. Gerçek anlamda, bilimin ve sanatın gelişmesi, insana verilen değerin artması, eğitim ve sağlık hizmetlerinin son derece yaygınlaştırılması, kalitenin ve yaşam standartlarının artması yine böyle toplumlarda mümkün olabilecektir.

-Sizce, bugün dünyada yaşanan ahlaki bozukluklar, savaşlar, fakirlik, sosyal adaletsizlikler insanların düşüncelerinde nasıl bir değişime sebep oldu?

Böyle olumsuzlukların yaşanması gayet tabi ki arzu edilmez. Ancak, her şey de bir hayır vardır. Bundan sonraki nesillerin güzel bir hayat yaşaması ve böyle sıkıntılara düşmemesi için elbette ki, bu yaşananlar çok önemli ibretler olmuştur. Bu olaylar, İslam ahlakının yaşanarak, insanların sevgi, dostluk ve dayanışma içinde olması gerektiğini göstermiştir.

Nitekim, özellikle son yıllarda dünyada İslam ahlakı oldukça yaygınlaşmıştır. Böylelikle, insanlar daha merhametli, fedakar, anlayışlı ve yardımsever olmaktadırlar. Bu anlayışın ve dayanışmanın çapı genişledikçe yeryüzündeki problemlerin hepsi bir günde çözülecek boyuta gelecektir. Bu günler de yakındır, Allah (cc)'ın izniyle.

Daha önce de belirttiğim gibi, yaşadığımız dönemin dünya tarihinde özel bir yeri olması sebebiyle, bütün dünyayı etkileyecek nitelikte olaylar meydana gelmektedir. Sadece insanların kendi aralarındaki meseleleri değil, kazalar ve doğal afetler de insanlarda dayanışma ve fedakarlık hislerini geliştirmektedir. Örneğin, Pakistan'da yaşanan son deprem Türk Milleti'nin ne kadar asil, fedakar, yardımsever bir millet olduğunu göstermiştir. Aynı şekilde diğer milletler de bu gibi zor durumlarda dayanışma göstermektedirler. Hatırlanacağı gibi Endonezya'da yaşanan tsunami afetinin ardından tüm ülkeler bölgeye yardım göndermek için seferber olmuştur.

Bugün, süper güç olarak algılansa da her ülkenin yardıma muhtaç duruma düşebileceğini gördük. Bu yüzden, İslam ahlakının özünde var olan dayanışma ve fedakarlık duygusuna tüm dünyanın ihtiyacı vardır. Bu üstün özelliklerin yaygınlaştırılmasına öncülük eden Müslüman Türk Milleti'nin gayreti bizler için bir şeref vesilesidir.

-Dünyayı ve Türkiye'yi ileride nasıl günler bekliyor?

Peygamber Efendimizin (sav) hadislerinde vurguladığı üzere yaşadığımız bu zorlu yıllardan sonra dünyayı güzel günler beklemektedir. Yaşanan her türlü olumsuzluğa karşın, daha önce bahsettiğim gibi güzel gelişmelerin de meydana gelmesi, bizlere özlenen bu günlerin yakın olduğunu göstermektedir.

Bu dönemde, Türkiye'ye çok büyük sorumluluklar düşeceğine inanıyorum. Türk Milleti temiz mayası ve üstün ahlakıyla böyle zorlu bir zamanda, bulunduğu bölgeye öncülük edecek bir ülkedir. Sahip olduğu kültürel ve tarihi birikimi, coğrafi konumu, genç nüfusu, devlet tecrübesi ve -Bediüzzaman Said Nursi'nin eserlerinde belirttiği gibi- kahraman ordusuyla yeryüzüne yeniden gerçek barışın ve istikrarın tesis edilmesinde önder olacak niteliklere sahiptir.  Sadece, kendi bulunduğu bölgenin huzur ve refah bulmasına vesile olmakla kalmayacak, tüm dünya ülkelerinin yaşadığı terör dahil sıkıntılara da çözüm getirecektir.

Bu tahlili sadece biz değil, bütün dünya yapmaktadır. Herkesin ittifak ederek, mevcut sorunların çözümünde öncülük etmesini beklediği ülke Türkiye'dir. Başka alternatifler olsaydı, onlar da söylenirdi. Ancak, böyle bir şey şimdiye kadar söylenmedi.

Öncelikle, Türk-İslam dünyasının dayanışma içinde olmasının sağlanması ve Batı ile olan ilişkilerin en güzel bir tarzda kurulması için Ülkemiz'in öncülüğü şart gözükmektedir. Nitekim, hem Türk-İslam dünyası, hem de Batı dünyası Türkiye'nin yalnızca coğrafi değil, kültürel ve ekonomik bir köprü görevi görmesini de içten arzu etmektedir.

İnanıyorum ki, bu şekilde Türkiye, Medeniyetler İttifakı Projesinde de önemli görevler üstlenecek ve Osmanlı'nın bir devamı olarak, yeryüzündeki farklı dinlerin, milletlerin bir arada barış ve huzur içinde yaşamasına vesile olacaktır.

Sonraki Sayfa

e-mail: info@turkislambirligi.org