Ana Sayfa
7.Sayı Dergi Hakkında
7.Sayı İçindekiler
1.ve 2.Sayıdaki Yazarlar
İlanlar & Duyurular
Tanıtımlar & Konferanslar
MP3 formatında
 
Türk İslam Birliyi - Harun Yəhya
Sitede Yazılarının Yayınlanmasini İstəyirsinizmi?
Basında Türk İslam Birliyi
Kuran'da İştirak edən Birlik Ayələri
Müslümanlar Birdir Qardaşdır
Peygamberimizin kitapehline davranışı, bütün Müsəlmanlara nümunə olmalı
Türk İslam Birliyi, Qərb mədəniyyətinin zəmanətidir
 

Türkiye'nin Kerkük ve Irak Yaklaşımı Nasıl Olmalıdır

1. Dünya savaşı sonunda eğer uluslararası hukukun gerekleri ve bölge halkının istekleri gözetilseydi, Osmanlı toprağı olan 'Kuzey Irak' olarak bildiğimiz ve misak-ı milli sınırları içinde olan Musul, Kerkük ve civarı, bugün Türkiye'nin bir parçası olacaktı. 

Bu, bilinmesi ve asla unutulmaması gereken bir gerçektir. Peki bu tarihsel gerçek bugün için ne ifade etmektedir?

Bu sorunun cevabının "Kuzey Irak'ı yeniden ele geçirmek" olmadığını hemen belirtelim. Böyle bir hedef, yani Türkiye'nin askeri güç kullanarak bölgeyi fethetmesi gibi bir düşünce, gerçekçi değildir. Türkiye'nin böyle bir politikası da yoktur ve hiç olmamıştır.

Türkiye'nin "Musul-Kerkük Politikası"nın temelinde, bu bölgeyle zaten var olan kültürel ve ticari bağların güçlendirilmesi, bölgede istikrarsızlık ve kargaşanın önlenmesi, bölge insanlarının kalplerinin ve zihinlerinin kazanılması, kısacası Türkiye'ye dost bir "Kuzey Irak tablosu" inşa edilmesi hedefi yer almalıdır.

Büyük Önder Atatürk'ün "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" ilkesine sonuna kadar bağlı olan devlet erkanımız, başta Türk Silahlı Kuvvetleri'nin komuta kademesi olmak üzere, Türkiye'nin Kuzey Irak'a yönelik bir işgal hedefinin ve niyetinin hiçbir zaman var olmadığını defalarca ifade etmişlerdir.

Dolayısıyla Türkiye'nin Irak'a - ve diğer Osmanlı bakiyesi ülke ve bölgelere - yönelik politikası, barışçı ve dostane bir yaklaşımla yakın kültürel ve ticari ilişkiler kurmak, siyasi olarak da ortak politikalar geliştirip uygulamak temelinde olmalıdır.

Kuzey Irak ise bu açıdan birinci derecede öncelik sahibidir: Çünkü bu bölge Türkiye'nin yanıbaşındadır ve 1980'li yılların başlarından bu yana ülkemizde büyük acılara neden olmuş komünist-bölücü terör hareketiyle de yakından ilgilidir.

Ülkemizdeki Kürt kökenli vatandaşlarımızı kışkırtmak isteyen bu bölücü akım, Kuzey Irak'ta hem zemin bulmakta hem de oradaki Kürt grupların siyasi hedefleriyle kendisininki arasında paralellik kurarak moral destek sağlamaktadır.

Türkiye'ye hasmane duygular besleyen bir Kuzey Irak tablosunun ortaya çıkması, bu nedenlerle, son derece sakıncalı olur. Bunun aksine, Türkiye'ye dost bir Kuzey Irak tablosunun ortaya çıkması ise, ülkemizin en önemli meselelerinden biri olan "Güneydoğu Sorunu"nun çözümünde çok önemli bir katkı sağlar.

Dolayısıyla, Türkiye'nin "Musul-Kerkük Politikası"nın temelinde, bu bölgeyle zaten var olan kültürel ve ticari bağların güçlendirilmesi, bölgede istikrarsızlık ve kargaşanın önlenmesi, bölge insanlarının kalplerinin ve zihinlerinin kazanılması, kısacası Türkiye'ye dost bir "Kuzey Irak tablosu" inşa edilmesi hedefi yer almalıdır.

Bu tezi mümkün kılan en önemli etken, bugün "Kuzey Irak' olarak bildiğimiz coğrafyada yaşayan üç önemli etnik grubun da Türkiye ile yakın tarihsel, dini ve kültürel bağlarının oluşudur. Bu üç grup, sırasıyla, Kuzey Irak'lı Kürtler, Türkmenler ve Sünni Araplar'dır.

Kürtler, asırlardır Türklerle birlikte ortak bir yaşam kurmuş, ortak bir geçmişi paylaşmış bir halktır. Özellikle Osmanlı döneminde Türkler ve Kürtler arasındaki birliktelik perçinlenmiştir.

Osmanlı'nın çöküşü sırasında Arnavut ve Araplar arasındaki diğer bazı Müslüman grup ve aşiretlerin aksine, Kürtler Osmanlı'ya sadakat göstermeye devam etmişler, kışkırtmalara rağmen Türk ordusunun yanında yer almışlardır.

Kuzey Iraklı Kürtlerin akrabaları, bugün hala sınırın kuzeyinde, Türkiye'de yaşamaktadır. Kürtleri Türkiye ve Türk Milleti aleyhinde kışkırtmak için onyıllardır sürdürülen çeşitli propagandalara rağmen, tarihsel olarak Türklerle kardeş bir millet olan Kürtlerin Türkiye tarafından kazanılmaları mümkündür.

Kuzey Irak'taki ikinci önemli etnik unsur ise, nüfusları 2 milyonu aşkın olmasına rağmen uluslararası topluluğun ve kamuoyunun hemen hiç ilgi göstermediği Türkmenler'dir. Türk dilini konuşan, etnik olarak Türk olan ve Türkiye'den 80 yıl önce kopmuş olmalarına rağmen hala bu ülkeye anavatan gözüyle bakan Türkmenler, hiç kuşkusuz Türkiye'nin bölgedeki en önemli stratejik ortağıdır.

Nitekim özellikle son dönemde Türkmenler ile Türkiye arasındaki dayanışma ve işbirliğinde önemli bir artış görülmektedir. Türkmenlerin Irak yönetiminde daha etkin hale gelmeleri, Bağdat'taki önemli pozisyonlarda söz sahibi olmaları, özellikle de kendi bölgelerinde yerel yönetime hakim olmaları, Türkiye tarafından mutlaka desteklenmesi gereken son derece önemli ve haklı taleplerdir.

Bölgede bulunan üçüncü etnik unsur ise Sünni Araplar'dır. Türk Milleti ile aynı dini anlayışa sahip olan bu insanların çoğunun akrabalarının ülkemizde yaşadığının hep akılda tutulması gerekir.

Irak'ta on yıllardır süren Sünni Arap iktidarının ABD'nin ikinci Irak savaşı ile birlikte tarihe karıştığı ve Irak'ın geleceğinin büyük olasılıkla ülkenin çoğunluğunu oluşturan Şii Araplar tarafından belirleneceği hesaba katılırsa, Kuzey Irak'taki Sünni Arapların da kendilerini kucaklayacak bir Türkiye'ye sıcak bakacakları sonucuna varmak güç olmaz.

Bu üç farklı etnik yapının varlığı, Türkiye'nin bölgeye geniş bir perspektiften bakmasını gerektirmektedir:

Türkiye'nin, bölgede kültürel, ekonomik ve siyasi bir etki elde edebilmesi, bölgenin kalkınmasında rol oynaması ve geleceğinde söz sahibi olması içinse, sadece Türkmenlerin değil, tüm bölge halkının desteğini kazanması gerekmektedir.

"Kürtlere karşı Türkmenler" şeklinde bir denklem ortaya koymak, bölgedeki gerilimi artırmak ve Türkmenleri tehlikeye atmaktan başka bir sonuç vermez. (Türkmenleri korumanın yolu, onlar ile Kürtlerin arasını bulmak, bir kısım Kürtlerin etnik radikalizmini sakinleştirmekten geçmektedir.)

Türkiye, Osmanlı'dan miras kalan Kuzey Irak'a, "Osmanlı vizyonu"yla, yani farklı etnik kimlikleri kucaklayan, onları ortak bir din kardeşliği duygusu içinde kaynaştıran ve modern, demokratik, özgür, çağdaş bir ülke hedefinde birleştiren bir söylem ve politikayla yaklaşmalıdır.

Saddam Rejiminin Türkmenlere Uyguladığı Baskı ve Zulüm
Irak genelinde 1920 yılından günümüze kadar Türkmenleri asimile etmek ve bölgelerini Araplaştırmak amacıyla (hatta kimi zaman da Kürtleştirmek) çeşitli yöntemlere başvurulmuştur. Açık yerlerde Türkçe konuşmayı yasaklamak ve hatta telefonda kendi ailesiyle konuşanları cezalandırmak gibi insan haklarına tamamen aykırı kararlar alınmış ve uygulanmıştır. Yüzlerce Türkmen köy ve kasabası çeşitli bahanelerle yıkılmış, Türkmen halkı başka yerlere göçe zorlanmış, Irak'ın güneyinde yüz binlerce Arap'ın Türkmen bölgelerine yerleşmesi için kendilerine karşılıksız teşvik primleri verilmiş ve arazi dağıtılmıştır.

Bu baskıcı politikalar, 1950'lerden itibaren Arap dünyasında giderek yükselen "Arap Sosyalizmi"nin Irak'taki yansımalarıdır. Bu ideolojinin en acımasız temsilcisi olan Sadddam Hüseyin döneminde ise (1980-2003), Türkmenlere uygulanan baskının dozu daha da artmıştır. Bu baskıların bazı örnekleri şöyle sıralayabiliriz:
(http://www.turkmencephesi.org/turkmen_vizyonu.htm)

• Birçok yerleşim yerinin Türkçe olan adları Arapçayla değiştirilmiştir.

• Hamzalı, Beşir, Yayçı, Kümbetler, Karahasan, Sarıtepe, Topuzova, Yahyaova ve onlarca Türkmen köy ve yerleşim yeri yıkılmıştır.

• Devrim Komuta Konseyi'nin 29 Ocak 1976 tarih ve 41 no'lu kararı ile Kerkük ilinin adı Al-Tamim olarak değiştirilmiş ve en büyük ilçesi olan Tuzhurmatu, Saddam'ın doğum yeri olan Tikrit'e bağlanmıştır.

• 20 Ekim 1981'de 1391 no'lu karar ile Türkmenlerin Güney illerine tehcir edilmeleri kararlaştırılmıştır. Bu karar son aylarda Kerkük'te yeniden uygulanmaya konulmuştur.

• 27.09.1984 tarihinde 1081 no'lu karar ile Türkmenlerin arazilerinin istimlak edilerek güneyden getirilen Araplara dağıtılması sağlanmıştır.

• Yine aynı konseyin 8 Nisan 1984 tarih ve 418 sayılı kararı ve 11 Eylül 1989 tarih ve 434 sayılı kararı ile Kerkük'te Türkmenlerin gayrimenkul satın almaları yasaklanmıştır.

• Binlerce Türkmen, Saddam yönetiminin insanlık dışı uygulamalarının kurbanı olmuştur. Bir o kadarı da kayıptır.

• Saddam yönetiminin ırkçı ve insanlık dışı uygulamalarının en açık örneği, Saddam kuvvetlerinin 31.08.1996'da KDP'nin daveti üzerine Erbil'e yaptığı baskın sırasında yaşanmıştır. Saddam kuvvetleri ve güvenlik birimlerinin, Türkmen okullarına, kültür merkezlerine düzenlediği baskınlar sırasında 34 Türkmen öldürülmüş veya tutuklanmıştır. Tutukluların akıbeti hakkında bugüne kadar aileleri ve Türkmen cephesi sağlıklı bir bilgi elde edememiştir. Konu, BM İnsan Hakları Komisyonu'nun (A/51/496/ add.18 Kasım 1996) raporunda tescil edilmiştir.

Ülkede Türkmen varlığını yok etmek için uygulanan yoğun asimilasyon politikaları son zamanlarda etnik temizlik boyutuna varmıştır. Kerkük'ten uzaklaştırılan Türkmenlerin sayısı 2002 yılında 1000 aileyi aşmıştır. Bunların yerine Arap aileler yerleştirilmiştir. Türkmenleri göç ettirme ve yerlerine Arapları yerleştirme politikası çok eski bir politikadır ve Saddam yönetimi tarafından yıllarca sistematik olarak yürütülmüştür.

Türkmenleri hedef alan diğer uygulamaların başlıcalarını sıralamak gerekirse:

• Türkmenlerin kendi dilleri ile eğitim yapmaları yasaklanmıştır.

• Resmi dairelerde bile aralarında ana dilleri ile konuşmaları yasaktır.

• Türkmenlere gayrimenkul alım-satımı yasaklanmıştır.

• Her türlü ticari aracın alım-satımı yasaklanmıştır.

• Mahalle, köy ve şehirlerin Türkçe adları değiştirilmiştir.

• Kerkük başta olmak üzere Türkmenlere ait verimli tarım arazileri yönetim tarafından istila edilerek yönetime yakın kişilere dağıtılmıştır.

• Türkmen bölgelerinde, camilerde Türkmence vaaz ve hutbe verilmesi yasaklanmıştır. Dini tören ve toplantılar bütün Türkmen bölgelerinde yasaklandığı gibi, Irak'ın genelinde de yasaklanmıştır.

• Türkmenleri göç ettirme politikası vahşice uygulanmıştır. Göç ettirilen Türkmenlere hiçbir tazminat ödenmediği gibi, gönderildikleri yerlerde kendilerine kalacak yer dahi gösterilmemiştir. Mülklerine yerleştirilen Araplara her türlü mali destek sağlanmış, arazi ve konut tahsis edilmiştir. "Arap Sosyalizmi" gözüyle dünyaya bakan Bağdat'taki otoriter Saddam rejiminin bu politikasında, kardeş halklar olan Türkmenler ve Araplar arasında husumet oluşturmak gibi sinsi bir amaç da vardır.

• Kuzeyde güvenli bölgeye göç ettirilen Türkmenler de son derece zor şartlar altında yaşamıştır. Aileler, can güvenliği ve barınabilecekleri bir yer bulabilmek ümidi ile yasadışı yollardan sığınmacı kabul eden ülkelere gitmek için teşebbüs etmek zorunda kalmıştır. Bu tür teşebbüsler sonucunda birçok Türkmen hayatını kaybetmiştir. Örneğin 1997 yılında üç münferit hadisede onlarca Türkmen, Ege sularını geçmeye çalışırken boğularak can vermiştir.

• Ekim 1997'de yeni bir nüfus sayımı yapılmıştır. Irak yönetimi ve güvenlik birimleri, Türkmenler arasında, "kendilerini Türkmen yazdıranların ellerinden her türlü vatandaşlık hakları alınarak sürgün edilecekleri" şayiasını yaymışlardır. Halk korkutulmuştur. Ayrıca, hazırlanan formlarda da Türkmen toplumu inkar edilmiştir. Bu nedenle birçok Türkmen, can ve mal güvenliği nedeni ile kayıtlara kendini Arap olarak yazdırmak zorunda kalmıştır. Saddam yönetimi, baskılarla elde ettiği bu sonucu gerçek kabul ederek ülkede Türkmen toplumunun yaşamadığını veya çok az sayıda olduğunu iddia etmiştir. Yukarıda anlatılan baskıların önemli bir kısmı BM İnsan Hakları raporlarında da yer almıştır.   
Bkz.(A/51/496/add.18.November.1996) ve (A/52/476/ 15.October.1997) Ek:3

Yeni Yönetim Nasıl Olmalı?
Irak halkına 30 yılı aşkın bir süredir acı çektiren acımasız Baas diktatörlüğünün 2003 Nisanı'nda ABD müdahalesi ile yıkılması, Irak için yeni bir geleceğin başlangıcıdır. Ama bu gelecekte ülkedeki tüm etnik ve dini grupların haklarına saygı gösterilmesi zorunludur. Irak, ancak bu takdirde barış ve huzura kavuşabilir.

Türkmenlerin de dileği, demokratik, özgür ve güvenli bir Irak'ta yaşamaktır. Bunun için gerekli olan düzenlemeler, kendileri tarafından şöyle sıralanmaktadır:

• Siyasal sistem; demokratik parlamenter rejim olmalıdır. Yönetim tarzı, temsili demokrasiye dayanan cumhuriyet olmalıdır. Bu yolla, parlamenter rejim aracılığıyla Irak Demokratik Cumhuriyeti'ni oluşturan toplulukların yönetimde nüfus oranlarına göre adil bir şekilde söz sahibi olmalarıyla gerçekleştirilebilir.

• Irak'ın resmi dili, Irak halkının çoğunluğunu oluşturan üç topluluğa ait dillerdir.

• Yasama organı; serbest, eşit, genel ve gizli oy, açık sayım döküm esaslarına göre, bağımsız yargı denetimi ve gözetimi altında, mevcut toplulukların nüfus oranına göre temsilini esas alan bir biçimde oluşturulmalıdır. Topluluklar kendi temsilcilerini doğrudan seçebilme hak ve yetkisine sahip olmalıdır.

• Yürütme organı; parlamenter sistemin mantığına uygun olarak cumhurbaşkanı ve bakanlar kurulundan oluşur.

• Cumhurbaşkanı, yasama organı tarafından nitelikli bir çoğunluk (üçte iki oran gibi) tarafından seçilmelidir.

• Bakanlar kurulunda, bakanların dağılımında toplulukların nüfusuna göre temsili esas alınmalıdır.

• Başbakan en fazla nüfusa sahip topluluk vekilleri arasından Cumhurbaşkanınca atanmalıdır. Nüfusa göre en fazla oya sahip ikinci ve üçüncü topluluk vekilleri arasından mutlaka birer başbakan yardımcısı seçilmelidir. Topluluklara ait başbakan yardımcıları, ilgili topluluk vekillerince kendi aralarından belirlenmelidir.

• Irak'ın yönetim biçimi; merkezi idare esas alınarak yetkileri ve imkanları artırılmış mahalli idarelerden oluşur. Merkezi idarenin taşra teşkilatını oluşturan illerin yönetiminde yöneticiler, toplulukların oranları esas alınarak seçimle işbaşına gelmelidir. Mahalli idarelerin organları seçimle işbaşına gelmelidir. Mahalli idarelere bölgenin ihtiyaçlarını en iyi bir şekilde ve ülke çapındaki standartlarla da uyum içerisinde olmak şartıyla gerçekleştirilmesi için mali imkanlar tanınmalıdır.

• Yargı yetkisi; Irak halkı adına bağımsız ve tarafsız mahkemeler tarafından yerine getirilir. Yüksek yargı üyelerinin belirlenip atanmasında, toplulukların nüfusa göre temsili esas alınmalıdır.

• Herkes kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez haklara sahiptir.

• Herkes dil, din, ırk, mezhep, cinsiyet ve felsefi inanç ve kanaat farkı gözetilmeksizin kanunların uygulanması açısından eşit haklara sahiptir.

• Topluluklar, kendi dilleriyle eğitim ve resmi merciler önünde kendilerini temsil ve savunma hakkına sahiptir.

• Topluluklar, kendi dilleriyle kültürel etkinliklerde bulunma, sözlü ve yazılı yayın yapma hakkına sahiptir.

• Fertler, inanç ve ibadet hürriyetine sahiptir. İnancından dolayı kimse kınanamaz ve cezalandırılamaz.

• Herkes mülkiyet ve miras hakkına sahiptir. Mülkiyet hakkına ilişkin getirilecek olan sınırlamalar, kamu yararı amaçlı olmalıdır. Kamulaştırmanın yapılması zorunlu hallerde, kanunla belirtilen şartlara uyularak gerçek bedelinin ödenmesi esastır. Mülkiyet hakkını ihlal eden devlet kaynaklı geçmişteki uygulamalar ortadan kaldırılmalıdır. Kamulaştırma işlemlerinde, toplulukların demografik yapısını bozmayı amaçlayan uygulamalar yapılamaz.

• Irak Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetleri ve Kolluk Güçleri'nin oluşumu ve yapılanmasında toplulukların nüfusuna göre temsili esas alınacaktır. Mahalli bazdaki mevcut silahlı unsurların varlığına son verilecektir.

• Irak Cumhuriyeti uluslararası hukukun gereklerine uymayı ve anlaşmaları iç hukukunda uygulamayı kabul ve taahhüt eder.

• Türkmen toplumunun büyük çoğunluğunun temsilcisi olan Irak Türkmen Cephesi, yukarıda açıklanan ve özetinde Irak'ta yaşayan bütün toplumların ve insanların her türlü (siyasi, idari, sosyal, ekonomik, kültürel vb.) haklarının anayasal güvence altına alındığı toprak bütünlüğü ve siyasi birliği korunmuş bir Irak'ın oluşturulması kararlılığındadır. (http://www.turkmencephesi.org)

Türkmenlerin Davasına Türkiye
Cumhuriyeti Destek Vermeli

Türkmenlerin vizyonu, kendileri tarafından şöyle ifade edilmektedir:

Türkmenlerin gözü tek hedefe kilitlidir: Türkmenlerin varlığı ve hakları anayasa teminatına kavuşturulsun, toprak bütünlüğü korunan Irak'ta hukukun üstünlüğüne ve insan haklarına saygılı, demokratik bir cumhuriyet kurulsun, etnik ayrım yapılmaksızın bütün Irak halkına eşit haklar tanınsın, Arap ve Kürtlerin Türkmenleri asimile eylemlerine bir daha imkan vermeyecek yeni düzenlemeler yapılsın, kaybedilmiş bilumum hak ve hürriyetleri iade edilsin ve nihayet bütün bu düzenlemeler Türkiye'nin de teminatçı (garantör) devlet olarak imzalayacağı bir anlaşma ile Birleşmiş Milletler'in kontrol ve takibine emanet edilsin, ayrıca Irak ile Türkiye ve diğer komşu devletler arasında ikili üçlü teminat anlaşmaları da aktedilsin ki tekrar kötüye dönüş mümkün olmasın. (http://www.iturkmen.subnet.dk/ _864170.html)

Osmanlı Vizyonu İle Irak'a Bakış
Türkiye'nin bu mücadeleye destek vermesi ise, kendisiyle aynı soydan gelen, aynı inancı paylaşan ve aynı dili konuşan mazlum bir halkın hakkını korumak anlamına gelmektedir.

Türkmenlerin haklı mücadelesini desteklemek, onları korumak, bunun için Türkmenler ile Kürtler ve Araplar arasında diyalog ve işbirliğini teşvik etmek ve buna öncü olmak Türkiye için çok önemli bir sorumluluktur. Türkiye sahip olduğu geleneksel barışçı dış politikayı ve tarihin kendisine yüklediği "Osmanlı vizyonu"nu birleştirerek bölgeyi kucaklamak ve bölge halkının tümünü kazanmak durumundadır. Bu ise ancak Türkmenleri  ortak değerler üzerinde birleştirecek ve Türkiye'ye sempatiyle bakmalarını sağlayacak bir "kültür politikası" ve ekonomik entegrasyon başlatarak mümkün olacaktır.

Sonraki Sayfa

e-mail: info@turkislambirligi.org