ÖZLENEN OSMANLI KÜLTÜR VE MEDENIYETI
İslam ahlakının Osmanlı’yı ulaştırdığı
yüksek kültür ve medeniyet seviyesi
İslam, Hz. Muhammed (sav)'e vahyedildiği andan itibaren, insanlığı doğruya, gerçeğe, güzele götüren en parlak ışık olmuştur. Kuran ahlakıyla ahlaklanan Müslümanlar, gittikleri her yere hoşgörü, akıl, bilim, sanat, estetik, temizlik ve refah götürmüşlerdir. Avrupa, koyu bir bağnazlık ve barbarlık içinde iken, İslam dünyası, dünyanın en modern ve en çağdaş uygarlığı olmuştur. Sonradan gelişecek olan Avrupa medeniyetinin temelinde ise, İslam dünyasından öğrendikleri bütün bu değerlerin çok büyük bir etkisi vardır. Tarihçi Eugen Myers bu gerçeği şöyle ifade etmektedir:
“Dokuzuncu yüzyılın sonlarından on ikinci yüzyıla kadar Batı'nın bilim ve kültürü üzerindeki İslam etkisi çok büyüktür. İslam alimlerinin ve mütercimlerin, bilimlerin ve insanlığın gelişmesindeki kültürel önemi kesinlikle küçümsenemez...” (Eugene A. Myers, Arabic Thought and the Western World in the Golden Age of Islam, (İslam’ın Altın Çağında Arap Düşüncesi ve Batı Dünyası) New York, Frederick Ungar, 1964, s. 10)
Osmanlı İmparatorluğu da tarihte Kuran ahlakının bir sonucu olarak İslam medeniyetinin en büyük ve en ihtişamlı imparatorluklarından biri olarak yükselmiştir. Adalet ve hoşgörüye dayalı devlet anlayışı, hakimiyeti altındaki topraklarda izlerini bıraktığı üstün mimarisi, tekstil alanında, hat sanatında, eğitimde ve sağlıkta geliştirdiği mükemmel yapısı ile Batı dünyası için önemli bir örnek teşkil etmiştir. Osmanlı sultanlarının nezaketi ve sanat zevki, Batılılar tarafından hayranlıkla anılmış, Osmanlı topraklarını gören Batılılar gördükleri ihtişamdan derinden etkilenmişlerdir.
Osmanlı’da
Eğitim Anlayışı
- Osmanlı Devleti kuruluşundan itibaren bilimsel faaliyete, öğrenmeye, bilgiye büyük önem vermiştir. Osmanlı Devleti'nde eğitim-öğretim faaliyetleri her tarafa yayılmış olup, 'çocuk mektebinden dâru’l fünun (üniversite)’a, medreseden medrese-i ihtisas’a kadar her seviyede eğitim ve öğretimin yapıldığı teşkilatlar vardı.
- Osmanlı Devleti’nde ilk medreseyi Orhan Gazi, İznik’te 1330 yılında kurmuştur. Daha sonraları hemen her şehirde bir medrese kurulmuş ve buralarda eğitim gören kişiler İmparatorluğun uzun yıllar ayakta kalmasını sağlamıştır. Her medreseye bağlı birer vakıf ve imaret (yoksullara ve öğrencilere yiyecek dağıtmak için kurulmuş hayır kurumu) bulundurulmuş, buralarda eğitim alan kişilerin her türlü ihtiyaçları vakıflar tarafınca karşılanmıştır. Birbiri ardınca açılan medreseler, Osmanlılarda bilim ve düşünce hareketini, faaliyetlerini artırmış, devletin her alanda büyük bir ilerleme ve gelişme kaydetmesini sağlamıştır.
- Tüm Osmanlı padişahları bilimsel çalışmaları ve bilim adamlarını desteklemişlerdir. Onlarla bizzat ilgilenmiş, toplantılar düzenlemek suretiyle onlarla fikir tartışmaları yapmış, onlara maddi ve manevi destek olmuşlardır. Osmanlı padişahları aynı zamanda tekniğe de büyük önem vermişlerdir. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’un alınmasında önemli rol oynayan topların dökülmesinden onların çalışmasındaki matematik hesaplara kadar, hemen her ayrıntıyla yakından ilgilenmiştir. Onun, bu konudaki çalışmaları yürütmek üzere Macaristan’dan teknik eleman getirtmiş olduğu bilinmektedir.
- Osmanlı’da eğitime ciddi bir önem verildiği ve alimlere büyük bir itibar gösterildiği için İran, Turan, Horasan, Dağıstan, Hindistan, Buhara, Halep, Şam ve Mısır'dan birçok alim İstanbul’a gelmiştir. Bu, Osmanlı’da bilime ve eğitime verilen önemin ve uygulanan köklü eğitim sisteminin açık bir göstergesidir.
- Osmanlı’nın bilime ve eğitime verdikleri önemin kaynağı, elbette Kuran’ın kazandırdığı üstün anlayış ve ahlaktır. Yüce Allah Kuran’da insanlara, göklerin, yerin ve insanın nasıl var olduğu konusunda düşünmelerini bildirmiştir. İslam ahlakını yaşan Osmanlılar da Allah’ın bu emrine itaat etmişler ve özellikle matematik, astronomi ve tıp alanında kapsamlı araştırmalar yapmışlardır. Alim (sonsuz bilgi sahibi) olan Allah’ın insanlara nasip ettiği akıl ve bilinç, Osmanlı Medeniyeti’nin dünya tarihinde daha önce örneği görülmemiş büyük bir bilimsel yükseliş başlatmasına vesile olmuştur. Yüce Allah bir ayetinde şöyle bildirir:
"…De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Şüphesiz, temiz akıl sahipleri öğüt alıp-düşünürler." (Zümer Suresi, 9)
Osmanlı’da Sağlık Anlayışı
- Osmanlı döneminin en çarpıcı buluşlarından bazıları tıp alanındaydı. O sıralarda Avrupalılar, büyük bir cehaletle hastalıkları kötü ruhların laneti olarak görüyorlardı. Tedavi diye bir kavram, Avrupa'nın zihninde yoktu. Osmanlı bilim adamları ise, incelemeleri sonucunda, hastalıkların gözle görülmeyen küçük canlılardan bulaştığını tespit ettiler. Bunun sonucunda da hastaların sağlıklı insanlardan izole edilerek tedavi edilmeleri gerektiği sonucuna vardılar. Böylece, dünyanın ilk modern hastaneleri kuruldu. Osmanlı’da hekimlerin insan anatomisi üzerindeki çalışmaları o denli isabetliydi ki, tam 6 yüzyıl boyunca Avrupa'nın tıp fakültelerinde temel kaynak olarak kullanıldı.
- Osmanlı döneminde sağlık hizmetleri vakıf olarak kurulmuş kurumlar tarafından karşılanırdı. Bu dönemde hastaneler “dârüşşifâ”, tıp fakülteleri de “dârüttıb” diye adlandırılırdı. Sağlık kurumlarının en önemlileri Osmanlı padişahları ile eşleri ve çocukları tarafından yaptırılmıştı. Bursa’da Yıldırım Bayezid, İstanbul’da Fatih, Haseki, Süleymaniye, Sultan Ahmed, Atik Valide, Edirne’de II. Bâyezid, Manisa’da Hafsa Sultan yapıları sağlık hizmetinin verildiği önemli külliyelerdi.
- Osmanlı dönemi hastanelerinde farklı tipteki hastalar için ayrılmış özel bölümler ve bilimsel tedavi yöntemleri vardı. Zihinsel hastalıklar bile terapi ve müzik yardımıyla tedavi edilebiliyordu. Bu gibi kişilerin Avrupa'da yakıldığı ve tıbbi tedaviye layık görülmediği bir devirde bu tür hastaların tedavisi için düşünülerek planlanan Edirne'deki II. Bayezit Hastanesi, XVIII. ve XIX. yüzyıllardaki hastane yapılarına ışık tutmuştur.
- Avrupalılardan asırlar önce kan dolaşımını keşfeden Osmanlı dönemindeki hekimler, hastalarını nabızlarını sayarak muayene etmişlerdir. Doğumlar devrin en sıhhi yöntemleriyle gerçekleştirilmiştir. Osmanlı cerrahlarının kullandığı ve o devrin tıp kitaplarında gösterilen ameliyat araçları, son derece gelişmiş bir tıp bilgisinin kanıtlarıdır.
- Dârüşşifâ ve dârüttıpların vakfiyeleri sağlık kurumlarının “yönetmelikleri”ydi. Vakfiyelerde sağlık kurumlarının kuruluş amacı, buralarda görev alacak sağlık personelinde aranan özelliklerden ödenecek maaşlara, hangi hizmetin kime ne zaman ve ne şekilde verileceğiyle ilgili bilgiler ve tavsiyeler yer almaktaydı.
- Osmanlı döneminde doktorların mesleğinde uzman olmalarının yanında hasta psikolojisini bilen, hastaya şefkat ve merhametle davranan kişiler olmaları istenirdi. Kanuni Sultan Süleyman’ın eşi Hürrem Sultan tarafından 1550’de Mimar Sinan’a yaptırılan Haseki Dârüşşifâsı’nın yönetmeliği şu şekildeydi:
“Doktorların her biri temiz kalpli, iyi ahlâklı, güzel huylu, endişeden uzak, iyi iş yapar, ince kalpli, uysal, akraba ve yabancılar hakkında hayır diler, nasihati tatlı dilli, hoş sözlü, güler yüzlü, makbul huylu olmalıdır. Hastalardan her birine candan dost gibi lütuf ve merhamet ile nazar eder. Onları asık suratla karşılamaz, hastalara az da olsa nefret uyandıracak söz söylemez. Zira, sözde bulunan sert bir kelime bazen hastaya en büyük dertten daha ağır gelir. Belki hastalara en latif ibarelerle söz söyler. Onlara en güzel şekilde hitap eder. Soru ve cevapta en şefkatli yolu tutar. Hastanın tatlı söze ihtiyacı daha çoktur." "Osmanlılarda Sağlık" Kitabı
Osmanlı’da Sanat
Anlayışı
Osmanlı sanatı birbirinden çok farklı alanlarda birbirinden ihtişamlı eserler ortaya koymuştur. Mimaride, çinicilikte, minyatür sahalarında, halıcılık, kumaşçılık, dericilik, ciltçilik, kitapçılık, tezhipçilik, porselencilik, kehribarcılık gibi farklı sanat dallarında muhteşem eserler verilmiştir. Osmanlı sanatını bu kadar değerli kılan en önemli unsur ise, ilhamını bizzat Kuran’dan alması, Allah’ın Kuran’da bildirdiği güzellikleri kullanmış olmasıdır.
Osmanlı Mimarisi ve İç Mekanlar
Osmanlı zamanında mimarlık sahasında çok gösterişli sanat eserleri yapılmıştır. Bu eserleri başta İstanbul olmak üzere, ülkemizin dört bir yanında görmek mümkündür. Topkapı, Yıldız, Çırağan, Göksu Kasrı, Dolmabahçe, Beylerbeyi Sarayları, Selimiye Kışlası, Kuleli Askerî Lisesi, Anadolu ve Rumeli Hisarları, Bursa Yeşil, Ulu camileri, Edirne'deki Selimiye Camii, İstanbul'daki Fatih, Mahmud Paşa, Süleymaniye, Şehzadebaşı, Sultanahmed, Nuruosmaniye, Valide Sultan; Manisa'da Muradiye, Hatuniye camileri; Mahmudpaşa, Sultan Süleyman, Sultanahmed, Fuadpaşa, Mahmud Şevket Paşa, Hürrem Sultan, Nakşidil Sultan türbeleri; Nilüfer Hatun İmareti, Kapalıçarşı, Sultanahmed Çeşmesi, Mimar Sinan Sebili, Fatih, Süleymaniye medreseleri, Haseki, Gureba Hastaneleri Osmanlı mimari eserlerinin örnekleridir.
- Osmanlı mimarisi kullanışlı, ince, zarif, vakur ve heybetlidir. Muhteşem saray tipi XIX. asırda Batı'dan gelerek girmiştir. Bununla beraber Allah adına yapılan camiler tamamen abidevidir. Camilerin çevreleri bir sürü sosyal müessese ile örülür ve bir "külliye" teşkil ederler.
- Osmanlılar fevkalade imarcıdır. Yapıları kendi medeniyetine ait olmasa bile ihtimamla korurlar. İmar görmeyen hiçbir imparatorluk köşesi yoktur. Dişinden tırnağından artıran mütevazı mahalle zenginleri bile, bir mescit yaptıramadığı takdirde bir çeşme yaptırır veya bir mektep tamir ettirirdi. Toplum anlayışı fevkalade güçlüydü. Kendilerinden sonraki nesiller için de şefkat fikri çok gelişmiştir.
- Mimar Sinan'ın dünya tarihinin en büyük mimarlarından biri belki birincisi olduğu konusunda ittifak vardır. Bir asır yaşayan ve son yarım asrını mimarbaşı olarak geçiren Sinan şu eserleri yapmıştır: 81 cami, 50 mescid, 55 medrese,19 türbe, 14 imaret, 3 hastahane, 7 su bendi (baraj), 8 köprü, 16 kervansaray, 33 saray, 32 hamam, 6 mahzen, 7 d'arulkurrâ (yüksek seviyede Kuran okumayı öğreten okul). Bu 331 eser bütün imparatorluğa dağılmıştır.
Osmanlı
Dekorasyon Aksesuarları
Tombak
Tombak, altın-civa karışımı ile kaplanmış bakır ve bakır alaşımı eşyanın genel adıdır. Osmanlı maden sanatında bakır ve bakır alaşımı pirinç, günlük yaşamda ve dinsel yapılarda kullanılan eşyalarda, askeri teçhizatta, mimari süsleme elemanlarında yaygın kullanım alanı bulmuştur. Osmanlı maden sanatının erken dönemine ait örnekler askeri teçhizattır. 15. yüzyılda form ve süslemelerde Memlûk etkisi görülürken, 16. yüzyıl başlarında klasik Osmanlı üslubu şekillenmiştir.
Gümüş
Saray nakkaşhanesinde yaratılan ve tüm Osmanlı sanatında egemen olan üslup birliği, 15. yüzyıldan itibaren gümüş eserler üzerinde de görülmektedir. Tarihi kaynaklardan Osmanlı sarayında altın ve gümüşten yapılmış kapların kullanıldığını öğrenmekteyiz. Bertrondon de la Brocquière, 1433 yılında Edirne Sarayı'nda II. Murad’a altın yaldızlı tepsilerde yemek sunulduğunu, kadehinin ise gümüş olduğunu belirtmektedir.
Ahşap Oymacılığı
Ahşap işçiliği Anadolu'da Selçuklu döneminde gelişip, kendine özgü bir karakteristik niteliğe bürünmüştür. Selçuklu ve Beylikler dönemi ağaç eserler genellikle mihrap, cami kapısı, dolap kapakları gibi mimari elemanlardan oluşan usta işi eserlerdir. Osmanlı dönemine gelindiğinde sadeleşen eserler sehpa, kavukluk, yazı takımı, çekmece, sandık, kaşık, taht, kayık, rahle, Kuran muhafazası gibi gündelik kullanım eşyalarının yanı sıra; pencere, dolap kapağı, kiriş, konsol, tavan göbeği, mihrap, minber ve sanduka gibi mimari yapıtlarda da uygulandığını görüyoruz. Ağaç işçiliğinde kullanılan malzemeler daha çok ceviz, elma, armut, sedir, abanoz ve gül ağacından oluşuyor. Kakma, boyama, kündekâriz, kabartma-oyma, kafes, kaplama, yakma gibi tekniklerle işlenen ahşap eşyalar günümüzde de özgün dekoratif eserler olarak kullanılmaktadır.
Yüksek İslam
Ahlakını Yaşamanın
Önemi
Tüm bu tarihi gerçekler, İslam ahlakının modern dünyanın inşasında öncü rol üstlendiğini göstermektedir.
Öte yandan İslam dünyasının bir kısmında yaşanan gerilemenin en önemli nedenlerinden biri ise, Kuran'da bildirilen akılcılıktan, samimiyetten ve açık görüşlülükten uzaklaşılmasıdır. Kuran, insanlığı karanlıklardan aydınlığa çıkaran en büyük yol göstericidir. Yüce Allah'ın Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'e bildirdiği gibi:
"Elif, Lam, Ra. Bu bir Kitaptır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura, O güçlü ve övgüye layık olanın yoluna çıkarman için sana indirdik."
(İbrahim Suresi, 1)
Günümüz Müslümanlarının, İslam medeniyetinin bu görkemli geçmişini iyi bilmeleri, bunun hem onur hem de sorumluluğunu taşımaları gerekmektedir. Unutmayalım ki Müslümanlar, dünyanın en büyük medeniyetlerini inşa eden kutsal, şanlı ve şerefli bir mirasın temsilcileridir. Ünlü Ortadoğu uzmanı Daniel Pipes, bir makalesinde diğer inançların ve medeniyetlerin temsilcileri tarafından hep gıptayla ve hayranlıkla izlenen Müslümanların kendilerine güvenlerinden bahsettikten sonra şu yorumu yapar:
“Bu özgüveni sağlayan etkenlerden biri de, İslam'ın ilk 6 yüzyılında ve daha da sonrasındaki olağanüstü başarıların hatırasıdır. Bu dönemde İslam dünyanın en ileri kültürüydü; Müslümanlar en iyi sağlık standartlarına, en uzun ortalama yaşam sürelerine, en yüksek okuma-yazma oranlarına sahiptiler. Bilimsel ve teknik araştırmaların çoğu onların kontrolündeydi ve genellikle muzaffer ordular kuruyorlardı. Bu başarı trendi, ilk baştan beri açıkça ortadaydı…” (Daniel Pipes, "Islam and Islamism", The National Interest, Spring 2000, s. 87)
Kuşkusuz bugünün Müslümanlarının görevi sadece bu görkemli geçmişle övünmek değil, günümüzde ve gelecekte de İslam medeniyetini yükseltmek için çalışmaktır. Nitekim geçmiştekine benzer bir ihtişamın bugün de yeniden inşa edilmesi, Müslümanların yeniden dünyaya ışık tutan bir kültür ve medeniyet önderleri olmaları mümkündür. Ancak bu yönde yapılacak her türlü çalışmanın öncelikle, birlik ve beraberlik ruhu içinde gerçekleştirilmesi gereklidir. Kişisel menfaat endişelerini bir kenara bırakan, farklılıkları hoşgörü ile karşılayan, gücünü ve enerjisini yalnızca İslam'ın, Müslümanların ve insanlığın hayrına kullanan, çoğulculuktan yana olan, uzlaşmacı ve barışsever bir kültür Müslümanlar arasında egemen olursa, İslam dünyası, 21. yüzyılın en büyük medeniyetlerinden birini inşa edebilir. Sevgi, merhamet, anlayış, tolerans gibi İslam ahlakının da temeli olan değerler sayesinde dünyanın çeşitli bölgelerinde baskı altına alınan, zulme uğrayan, acımasızca katledilen Müslümanlar barışa ve güvenliğe kavuşacak ve Allah'ın izni ile Asr-ı Saadet döneminin bir benzeri 21. yüzyılda yeniden yaşanacaktır.
Astronomi konusunda yaptığı çalışmalarla ünlü olan Müslüman bilim adamlarından biri de Ali Kuşçu'dur. Kuşçu, Fatih Sultan Mehmet tarafından büyük destek görmüştür. Üstte Müslüman bilim adamlarının astronomi çalışmalarını gösteren minyatürler görülüyor.
Osmanlı’da Hastane Mimarisi
Prof. Dr. Arslan Terzioğlu’na göre, Edirne’de II. Bayezid tarafından Tunca Nehri kıyısına yaptırılan hastane, Rönesans devrinde ve hatta hastane tarihinde bir eşi daha olmayan mimari bir abidedir. Bu hastanenin külliyeye dahil yapılarıyla birlikte Tunca Nehri kenarında yeşil bir sahada inşa edilişi, şehircilik bakımından bugünün modern İsveç hastanelerindeki en ileri planlama yönteminin uygulandığını gösterir. Edirne II. Bayezid Hastanesi, gerek ilk defa az personelle yüksek randımanı amaçlayan sistemi ve gerekse mimarisiyle Rönesans devri Avrupası’nda bile eşi olmayan eşsiz bir abideydi.
Osmanlı döneminde hastanelerde hastalara ücretsiz bakılır, ilaçları parasız verilir, karınları doyurulur ve en önemlisi hastaya şefkat ve merhametle davranılırdı.
Osmanlı Döneminin Ünlü
Hekimi Şerafeddin
Sabuncuoğlu’nun
Çizimleri AJP’ye Kapak Oldu
Amerikan Psikiyatri Birliği tarafından yayımlanan ve psikiyatri alanının en bilinen dergisi The American Journal Of Psychiatry (Amerikan Psikiyatri Dergisi-AJP) Aralık sayısında Sabuncuoğlu'nun psikiyatrik tedavi çizimlerini kapak yaptı. Makaleyi Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Dr. Osman Sabuncuoğlu yazdı. Büyük Türk hekiminin o dönem mal-ı hülya denilen depresyon hastalığı için değişik tedavi yöntemleri önerdiğini Dr. Sabuncuoğlu şöyle anlatıyor:
“Psikiyatrik tedavide önce bitkisel ilaç kullanımını, bu yeterli gelmediği takdirde sıcak yağla masaj yapılmasını, o da olmazsa hastanın cildine dokundurmadan sıcak demirle belli noktaların uyarılmasını öneriyor. Yöntemi çizimleriyle gösteriyor. Resimlerde görüyorsunuz ki hasta ne zincire vurulmuş ne kafese sokulmuş. Bunlar hekimin hastaya nasıl insancıl biçimde muamele ettiğini kanıtlıyor. Aynı dönem Avrupası'nı düşünecek olursak, 1700'lü yıllara gelene kadar psikiyatri hastaları cadılıkla suçlanıp yakılabiliyordu.”

|